Kurtuluş ve Sefalet Üzerine

 

Benim için anlaşılması (çözülmesi?) ve dolayısıyla yazılması en zor roman kahramanım bu akşam telefonda 60’lı yıllardan bahsederken bana şunları söyledi:

“Hangi ile gittiysem orada mutlaka bir Kürt kabadayı vardı. Çünkü Kürtler yaşadıkları yerin hakimi olmak isterler. Bunun için de hep kavga ederler. Ya hakim olurlar ya da ölürler.”

…yaşamak kesinlikle gözünüze ilk görünen resimdeki gibi olmuyor. Mutlaka daha fazlası oluyor ve bu fazlalıklar, ayrıntılar, ihmal edilen, bazen görmezden gelinen hakikat parçacıklarını keşfettikçe, ilk görünen resmin sadece bir yansıma (yanılsama) olduğunu anlamaya başlıyorsunuz.

Nasıl? Aşık olduğunuz kadının size karşı bir şey hissetmediğini (ki aşık olan için aslında sadece bir ayrıntıdır bu) anladığınızda içine düştüğünüz şeyin bir çiçek ya da meyve sepeti olmadığını, karanlık ve dipsiz bir kuyu olduğu gerçeğini kavrıyorsunuz.

Nasıl? Kürtlerin dağa çıkıp savaşmalarının gördükleri baskıdan veya fakirlikten olduğunu zannedip ona göre önlem alıyorsunuz ama bu kabadayılık (ki Kürt Kabadayılar Kürt hareketinde görmezden gelinen bir ayrıntıdır) ve hakimiyet arzusunu es geçtiğiniz için savaş hiç bitmiyor.

Nasıl?.. Fena!

Kürt “kökenli” olduğu halde Türk Milliyetçisi olan roman kahramanımın bilincindeki yarılma, bana Bilge Karasu’nun “Gece”sinin sonundaki aynanın kırılmasını hatırlatıyor…

Ya da bir bardak su gibi görünmeye başlıyor diyelim, yaşamak dedikleri diş ağrısı. Ne yaparsan yap, nasıl bakarsan bak, suya soktuğun kalem kırılıyor çünkü. Bir tek sözcükle darmadağın olan eğreti bir ruhun varsa senin de, yaşamak, işte böyle bazen kalp kırıyor bazen de diş. Sen ruhunun tespih taneleri gibi yerlere saçılan parçalarını toplayadururken, mesela bir annenin sızlayan bir dişi daha kırılıyor. Taneleri yeniden ipe dizip bir araya getirmeyi bir türlü başaramayan sen ve teker teker dişleri dökülmekte olan o anneyle aranızdaki mesafe, utanç ve onur arasındaki mesafeyle eşitleniyor.

Onlar ölüyorlar ve sen yaşıyorsun. Utancın katlanarak büyüyor.

Oysa yaşamak ve ölmek arasında yapabileceğin en hayırlı iş, ruhunu  kurtarmaya çalışmaktan vazgeçip insanları (insanlığı değil) kurtarmak için davranmak, hiç olmazsa bunu anlamak. Aksi halde, sabahlara kadar Gece’de kırılan o aynaya bakıp yarılan bilincinin vadilerine dolan kanda sevgiliyi seyretmek oluyor talihin. Ve sefalet bir alın yazısı gibi damlamaya başlıyor şakaklarından.