Alef (dizi) hakkında birkaç söz

Estimated read time 3 min read

Emin Alper’in Alef dizisini seyrettim. Naçizane hükmümü başta vereyim: Dizi güzel olmuş ama Emin Alper’in en kötü (en az iyi) işi olmuş.

  • Hemen ardından aklımda kalanları, dert ettiklerimi sıralayayım.
  • Ahmet Mümtaz Taylan çok çok iyiydi, geçip Settar’ın karşısına sıkı sıkı sarılma isteğim halen geçmedi.
  • Bir sürü çok güzel fotoğraf kullanılan dizide semah ve yanan Mevlevi sahnesi güme gitmiş derim ben. Genel olarak da tarihi sekansı çok beğenmedim ama çok da eleştiresim yok, her halükarda bir tat verdi çünkü.
  • Tamamlanma arzusu filan deyince daha iyi bir tasavvuf bağlantısı bekledim, o kısmı epey havada kaldı. Ama cinayetlerin aşk ve intikam cinayeti olması, “tasavvufi derinlik – politik çekişme” diyalektiği bağlamında iyi bir kurgu olmuş (tabii çok daha iyi olabilirdi ama neyse). Bence öyküyü kurtaran da bu oldu. (Yani tarihten vahdet-i vücutçu / mevcutçu çatışmasını günümüzde geçen bir aşk/intikam cinayetine uyarlama fikri iyiydi.)
    • Burayı kendimce biraz daha detaylandırayım: Devlet-kamu tarafından hoş karşılanmayan bazı Melamilik yorumlarını, yine aynı cenah tarafından hoş karşılanmayan eşcinsellikle benzeştirmek, temelde iyi bir düşünce aslında. Settar-Güneş cephesindeki baba-oğul ilişkisinin de bu çatışmaya benzemesi (öyküde bu çok daha iyi gösterilebilirdi) ayrı bir güzellikti bence. Tabii ben olsaydım (ve bu bir dizi değil de bir roman olsaydı mesela) bu hoş karşılanmayan şeyin tam olarak ne olduğunu, aşk-cinsellik ikilemi bakımından, derinleştirmeye çalışırdım. Çünkü küfür ya da şirk sayılan malum tarikat yorumlarının (tanrı doğayla birlikte var, doğa ve insan kadimdir vs.) genel olarak kamu tarafından değilse de bireysel yaklaşımlarda anlaşılmasının (ya da tahammül edilmesi, müsamaha gösterilmesinin) yollarını aramanın kıymetli olduğunu düşünürüm. Bu tarz tasavvufi yorumlara dair Deleuze üzerinden de bir şeyler söylenebilir belki ama yetersiz malumatımla şimdilik susmayı tercih edeyim.

  • Kemal (İngiliz) karakteri bence olmamış: Klişeleri aşınca bile ana öyküye eklemlenmesi epey sorunlu. Kemal’in sanrıları ve ardından yaşadığı duygusallığın inandırıcı olamayışını da buna bağlıyorum. Kemal’in karısı ve kızını kaybetmesi, bundan ötürü bir yarım kalmışlık ve ardından öfkenin yönettiği katılaşan bir kalple yapayalnız kalması vs. ruh hallerini, hem Settar tarafındaki baba-oğul çatışmasına hem de iki farklı tasavvuf yorumu arasındaki gerilime yaklaşan bir yan öykü olarak kurabilseydi daha bir güzel olurdu diye düşündüm.
  • Final (köprüdeki telefon konuşmasını kastediyorum) çok güzel olmuş…