Okuma Notları: Hakkari’de Bir Mevsim

Estimated read time 4 min read

“İnsan (söz konusu kişi filozof da olsa) yalnız yaşadığını değil, başkalarının yaşadığını da yazabilir……………” (Sh:181)

Bu cümle, bana göre, romanın edebî ve tarihsel bakımdan nerede durduğunu gösteriyor. Sırf bu yüzden Hakkari’de Bir Mevsim için iyi bir roman diyebilirim.

Başlarda bir deniz kazası bahsi geçiyor. Anlatıcının aslında bir deniz adamı olduğu vurgulanıyor. Romanın özellikle son bölümlerinde ise deniz adamlığı mevzusu art arda hatırlatılıp bir karşıtlık kuruluyor. “Dağ yaşamı denizin izlerini sildi. Tabii, eğer bir zamanlar deniz yaşamım olduysa” gibi birkaç yerde daha geçen cümleler var. Karşıtlıktan kastım şu: Denizin simgelediği hürriyet (ve yalnızlık) başta olmak üzere bir çok imge (Halikarnas Balıkçısı, Aganta Burina Burinata vs. hatırlanabilir) kara/toprak/dağ ile karşıtlık oluşturuyor.

Bana göre benzer bir karşıtlık tekillik ve çoğulluk arasında da kuruluyor. Not filan almadım ama birkaç yerde açıkça görünüyor bu. Yukarıdaki alıntının dışında şu an hatırladığım sadece, Son Ders (64. bölüm) bölümünün sonundaki “Çünkü hepimiziz” cümlesi.

Bu arada, Son Ders bölümü bence romandaki en kötü bölüm. Çünkü, romanın genelinde de, çok az da olsa kendini gösteren “Cumhuriyet öğretmeninin Anadolu halkını eğitmesi” klişesi bu bölümde çok belirginleşmiş. Hakkari’de bir dağ köyünde yaşamanın çaresizlikleri vs. gibi bir diğer izlek de var. Yazar Ferit Edgü olduğu için bunu da çok sevmedim. Ama şükür ki roman bu klişelere arada bir uğrasa da içine düşmüyor. Ve biraz anlatıcının kafasının içinde biraz da dışarıyla (“onlar”la) kurduğu ilişki üzerinden çok dengeli bir düşsellikle birlikte ilerleyip yine aynı ruh haliyle bitiyor. Tabii bazen tamamen şiirselleşen dili de çok çok iyi.

 

Halit çok etkileyici bir karakter. Romanın atmosferine büyük bir katkısı olduğunu düşünüyorum.

 

Takip edebildiğim kadarıyla metnin tamamında bir kere bile Kürt veya Kürtçe kelimeleri geçmiyor. Öte yandan, adı anılmasa da Kürtçenin (“onların dili”) sıkça bahsi geçiyor. Hatta anlatıcı bu dili anlamaya, öğrenmeye de çalışıyor. Fakat yine “Na” dışında Kürtçe bir sözcüğe rastlamadım. (Bunlar sadece tespit, sebepleriyle şu an ilgilenmiyorum)

 

Bir Düş-üş (58. Bölüm) bölümünde belirgin olarak dile gelen “tanıklık” durumu var. Metnin genelinde de az çok var bu. Bu da sadece tespit aslında. Ama bu tanıklığın bazı durumlarda beni rahatsız eden başka bir şeye dönüştüğünü de düşünüyorum. Yukarıda da biraz bahsettim ve kişisel bir ön yargıdan ötürü müdür, bilemiyorum. Ama yine de bunu not edeceğim:

Her ne kadar kitapta “her şeyi bilen”, “üstten bakan”, “modern kurtarıcı” tarzı bir sorun söz konusu değilse de (yazarın buna özen gösterdiğini düşünüyorum) yine de bu gözle tekrar gözden geçirilebilecek bir metin bence. Şu an Nuh peygamber benzetmesi (kurtarıcı) dışında pek bir şey gelmiyor aklıma (not alarak okumak lazım) ama okurken birkaç kere bu tür bir algı oluştuğunu ve yüzümü ekşittiğimi hatırlıyorum.

Bu neden önemli? Çünkü “ben”den “biz”e geçişte en büyük sorundur “kurtarıcı”. Bu tür sıfatlardan vazgeçmeden “ben”den sıyrılamazsın ve tabii “biz”e de nüfuz edemezsin. Tabii Hakkari’de Bir Mevsim romanının merkezinde bu izleğin (ben-biz / deniz-toprak-dağ ) olduğunu varsayarak düşünüyor ve söylüyorum bu sözleri. “Ne alakası var” diyenlere de “bunlar benim okuma notlarım, alakası o” diyorum.

 

4 Mayıs 2017

Hakkari’de Bir Mevsim – Sel Yayıncılık – Aralık 2015 – 28. Baskı