İstanbul’dan Kahire’ye Taziye

tahrir_darbe_degil_demokrasi_istiyor_h10857

Mısır ve Türkiye arasında modernleşme süreçleri bakımından bir benzerlikten söz edilebilir mi? Belki. Ama bu tür benzerlikleri başka birçok ülke ve kültürle kurmamız mümkün zaten. Oysa şu an konu bu değil. Daha doğrusu tam olarak bu değil. Şu anda olan şey sandık/seçim kültürü çok çok yeni olan Mısırlıların demokrasiyle ilgili ilk denemesinin çöpe gidişidir. İlk çocuğun doğduktan kısa bir süre sonra vefat etmiş olmasıdır.

Allah rahmet eylesin, yeni çocuklara hayırlı uzun ömürler versin.

Son dönem Tahrir gösterilerini Gezi parkı eylemleriyle bağdaştırarak darbeye sevinen, onaylayan arkadaşlarıma ve tabii ki Tahrir’deki öteki kardeşlerime ise bizim malum 27 Mayıs’ı örnek göstereceğim. “Faşist Menderes”e darbe yapıp onu asanlar, onar yıl arayla Menderes’e faşist diyenlere de aynısını yaptılar.

Silahlı askerlerden (zorbalıktan) medet ummayınız abiler, parmak tetiğe yanaştı mı silah fırıldak olur, namlu her an sizi de gösterebilir.

Peki, seçimle gelen lider, ardındaki halk desteğiyle otoriter bir diktatöre dönüşüyorsa, ona oy vermeyenleri eziyorsa ?..

Bu durumda ben “Seçimle gelen, her zaman klasik diktatörden daha iyidir. Çünkü bir dahaki seçimde onu yönetimden geri alma imkânımız vardır,” dediğimde, sizin “Seçim de olsa yine o kazanacak, bunu tekrar tekrar denemenin ne anlamı var,” demeye hakkınız var mı?

Hayır, yok!

Çünkü o lidere karşı olan ya da onun liderliğinden muzdarip olanlara seçim dışı bir yolla, yani o lideri seçen diğer kalabalığı yok sayarak, yönetimi değiştirme hakkı verilemez.

O zaman?..

Bu noktada sihirli sözcüğümüz “sabır” ve onun bir alt kavramı olarak “tevazu” olacaktır. Eğer siz haklı olduğunuzu ve yönetimin hatalarının artık yapısal boyutlara vardığını ve muhalefet etmenin değil yöneticilerin değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorsanız, bu düşüncenizi ötekilere, yani sizin gibi düşünmeyenlere, o lidere/partiye oy verenlere sabırla anlatacaksınız. Tabii bunu yapabilmeniz için onların karşısına geçmeniz birinci şarttır. Üstüne çıkmak demiyorum, dikkat ediniz, karşısına geçmek. Yani onu da duyabilecek bir konumda olabilmek, onu da anlayabilmek için çaba göstermek diyorum.

Anlatamıyorsanız eğer, bu, onlar ahmak olduğu için değil, siz anlatamadığınız içindir.

Seçimle gelmeyen klasik diktatörler de bir şekilde halk desteğinden beslenirler, öyle değil mi? Azıcık tarih karıştırınca yüzlerce örnek hemen batar gözünüze. Bu da çok açık gösteriyor ki “halk” denilen bu kütle hiçbir zaman homojen olmuyor.

Olmamalı da zaten. Ulus devletlerin öngörüsüydü bu. Halen içinden çıkamadığımız karanlık bir kâbus.

(Fransız devriminden gaza gelip devrim yapmaya kalkan Karayipler’deki köle devrimine Fransızlar ne tepki vermişti?.. Evet, aradan geçen birkaç yüzyılda kölelik de kaldırıldı, eşit yurttaşlık hakkı vs. de kazanıldı. Öyle mi gerçekten?…)

Ulus devlet diye bir şey artık mümkün değil. Bana sorarsanız burjuvaların eşitliği üzerine kurulmuş Fransızca hürriyet masalları da saçma sapan bir kurgudan ibaret. Eşitlikse, baştan başa komedi… İnsanların, arada devletler/hükümetler/partiler olmadan birbirleriyle karşı karşıya gelip dillerinden çok kulaklarını kullandıkları bir iletişime ihtiyaçları var. Doğma büyüme düşmanımız olan Yunanistanlıları hatırlayınız. Şimdi niye eskisi gibi düşman değiliz? Çünkü devlet aklı eskiyen bu düşmanın yerine Kürtleri koymaya karar verdi, İslamcıları, laikleri, Alevileri vs…

Neyse efendim, bölük pörçük geveliyorum zaten… Uzun lafın kıs(s)ası da şu olsun:

Mısır ordusuna, Mısır devletine veya Mısır hükümetine değil, sadece Mısırlılara güvenin.

Çünkü soluk alıp veren, yaşayan ve yaşatan sadece onlar.