Meetings with Remarkable Men (1979) filminden bir sahne

Ortadaki adamın ardından birden çıkan şu “garip” dervişi görüyor musunuz?.. İşte o insanlıktır… Maksimum düznesizlikte raksıyla o derviş bizim halimizin aynasıdır, tıpkısının aynısıdır. Hep böyledir, böyle de olacaktır.

 

Kaos ve dengenin, anarşi ve düzenin, hürriyet ve milliyetin, arzuların ve hazzın, tamahkarlık ve kanaatkarlığın ahenkli biraradalığını, (entropiyi);

deliliği, aşkı, kendini feda etmeyi, efendi-köle münasebetindeki tüyler ürperten hakikati, aşkın hakikatini, “kısır döngü”nün aslında kısır bir döngüden ibaret olmadığını;

aslında ben’i, üstüme giyindiğim bütün elbiselerin ve yüzüme yapıştırdığım bütün maskelerin altında ilk günkü dehşetiyle duran o en çıplak ben’i,

bütün bunları kulağa, göze ve gönle aynı anda anlatan bir ruh var bu adamların bir buçuk dakikalık raksında.

Ölen de bizdendir, öldüren de bizdendir abiler. Biz seçiyoruz bütün bu olup biteni. Evet, diyerek, hayır diyerek, hiçbir şey söylemeden susarak… Yemek yiyerek, uyuyarak ve uyumayarak, gülümseyerek ya da üzülerek, hepsini biz seçiyoruz bu yalnızlıkların, bu başbakanların ve bu sevinçli, bu acıklı öykülerin hepsini…

Her “ben” dediğimizde bir “sen”, bir de “onlar” yaratıyor Allah. Aslolanı, “biz” diyebilmeyi öğrenelim diye yaratıyor. Ama biz, yani ben’ler, vazgeçmiyoruz asla kendimize secde etmekten.

 

Şimdiyle bir ilişkisi yok… Yüzyıllar, binyıllar öncesinden geliyor bu ses, bu ezgi,

ve binyıllar sonrasına erişiyor…

 

Ya Hak!