MADUNKÖY
Roman / İletişim Y. / Ağutos 2015
“Hiçbir şeyi net göremiyorum…
Kirpiklerim, birden bastıran sonbaharı boyunlarını bükerek karşılayan bitkilere özenircesine kırılıp yanaklarıma düşmüşler. Yerde, caddenin ortasında boylu boyunca uzanıyor bakışlarım. Yerde, kaldırımın üzerinde boylu boyunca uzanıyorum. Cadde henüz dinmiş yağmurun şaşkınlığını üstünden atamamış. Kaldırım taşlarının kenarlarında aşağıya doğru akan küçük bir ırmak oluşmuş. Yanağımda hissediyorum ıslaklığı ve asfaltın buz-beton soğuğunu. Çelimsiz, korkak, zavallı bakışlarım yere düşmüş…
Kapkara bir kedi kaldırımdan üzerime doğru atladı. Bir kedi olduğunu göstermek istermiş gibi gerilerek bana baktı. Tıslıyordu sanki… Bilemiyorum… Bana bakıyordu. Sinir bozucuydu… Sonra… Sanki sıkıldı benden ve patilerinin ıslanmasından çekinircesine eğreti adımlar atarak usulca caddenin karşısına doğru süzüldü. Elektrik direğinin altında durdu. Karşıdaki sokağın karanlığına baktı bir süre. Birden fırladı ve
sokağın içinde kayboldu. Kopkoyu, karanlık bir kuyu gibiydi orası, düşer gibi girdi karanlığın içine kedi. Ya da… Belki de o, içip bitirdi sokağın bütün karanlığını.”
ADAMIM DAVKU
Roman / İnkilap Y. / Nisan 2000
“Hz. İbrahim’in ateşini arıyordum. Uzaktan bir yerden atmışlar peygamberi, düşmüş ateşin içine; ben ateşi arıyordum. Birkaç yüz kedinin ömrünü çaldım haybeden, haybeden aradım, bulamadım. Meğer göl olmuş ateş, meğer su olmuş…
Dönemiyorum, adımlarıma toplamışım keçi yollarını, postallarım çamur bağlamış, ağ bağlamış; önümde sıra tepeler, ardım yok olmuş, ardılım yok olmuş. Ben talebe olmuşum uyduruk bir tanrıya; adına Zerka demişim. Zerka gökmüş, Zerka denizmiş, ben talebe olmuşum Balıkçı Mihail’in ruhbanlığına. Ruhbanlığı mavi imiş Zerka’nın, Zerka’nın adıymış Mihail, ve Mihail balıkçıymış… Yırtık berber koltuklarında yitmiş umudum, omuzlarım berber koltuklarında çökmüş benim. Usturayı alnımın çatısına vurmuş Ahmet Abi. Çığlık atamamışım, susmuşum. Öyle ki, duymaz olmuşum Zeyrek Yokuşu’ndan Unkapanı Köprüsü’ne dökülen feryatları. Galata’yı yinelemişler, ben duymaz olmuşum köprünün yıkılışını; Haliç’i temizlemişler, ben duymaz olmuşum Malva’nın şarkısını; toz kaldırmışlar, duman üflemişler, ben duymaz olmuşum Hubbâz’ın ayak seslerini; kesmişler kulaklarımı, ben duyamaz olmuşum Gümeci Bacı’nın masallarını… Dönmek ne, bakamaz bile olmuşum keçi yollarıma. Yol yapıp yol toplamışım postallarımda. Duyamaz olmuşum, susmuşum. Ve bir cıgara yakmışım bekleme salonlarında, tren istasyonlarında, hava limanlarında, terminallerde, duraklarda, evimde…… evim..
Evim benim okulum.”
DECCÂL Bizi Kılıçtan Geçir
Öykü / Eylül Y. / Eylül 2002
“Biliyor musunuz, siz, evet evet siz, bu taşın etrafında toplanmış insancıklar, siz beni anlamıyorsunuz. Doğru, siz İsa’yı da anlamamıştınız. Ve Muhammet’i de anlamadınız. Korkarım Mehdi’yi de anlamayacaksınız. Ama en büyük felaket, siz zavallı insancıklar, siz Deccal’i de anlamıyorsunuz!”
KÖRSEK YOLCULUK
Öykü / E-kitap / Ekim 2011
Elindeki maskeyle birlikte Seyfettin Tepebaşı, Şevket Bey’e yaklaştı. Maskeyi, ancak cerrahlarda veya ressamlarda olabilen bir dikkatle, ellerinin bütün hüneriyle çıplak yüzün üzerine bıraktı. Bir yılanın kıvraklığıyla parmaklar, büyük bir hızla yüzün üzerinde geziniyor ve bütün boşlukları kapatıyordu. Kulakların başladığı yere kadar germeye devam etti Seyfettin Tepebaşı maskeyi. Yüzündeki gülümseme ruhsuz bir tebessüme dönüşmüştü ve gözlerindeki ışık bile ciddiyeti karşısında geri çekilmişti.
“Sevgili beyefendi, beni duyuyorsanız, sağ elinizin işaret parmağını oynatın.”
Parmak hafifçe oynamıştı.
“Güzel. Şimdi sadece burnunuzdan nefes almaya çalışın. Ben söyleyene kadar ağzınızı ve gözlerinizi açmaya çalışmayın sakın.”
“…”
“Evet, şimdi yavaşça ağzınızı açmaya çalışın. Dudaklarınızda biraz yanma olabilir.”
“…”
“Güzel, kusursuz! Şimdi, sevgili beyefendiciğim, lütfen çok yavaş olarak gözlerinizi açın.”
Az önce, kapatırken nasıl bir karanlık bıraktıysa geride, aynı karanlığa yeniden açılmıştı Şevket Bey’in gözleri. Ve karşısında yine Seyfettin Tepebaşı’nın aynı huzurlu gülümseyişini görmüş ve sevinmişti.
“Merhaba!.. Sevgili beyefendiciğim, şimdi sonuna geldik. Sizden ricam, bana yavaşça cevap veriniz: Siz kimsiniz?”
“Yedi… iki… bir… sekiz… numaralı maskeli insanım.”
(“Maskeci” adlı öyküden)