ÖĞRENCİ AFFI: “HERKESE ÇAY, ŞAKİR’E YOK…”

 

Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa Kürt mesesine dair ciddi tartışmalar yapılıyor. Toplumun dikkati bir nebze de olsa 100 yıldır kanayan bu coğrafyaya nihayet çevriliyor. Demokratik adımlar atılıp, otuz yıldır doğu illerinde devlet adına estirilen terörün kokusu her yana yayılıyor. AKP hükümeti de bu kokunun yayılmasına engel olmuyor. Bunu görünce ülkenin vicdan sahibi bireyleri olarak hükümetten umutlanıyoruz. Yüz yıllık adaletsizliklere artık bir son mu verilecek, devlet adına işlenen cinayetlerin hesabı mı sorulacak, artık kendini daha güvende hisseden özgür bireyler mi olacağız diye heyecanlanıyoruz. Bu heyecanla 12 Eylül günü yapılan referanduma da katılıp askerler ve savcılar rejiminin halk oyuyla alaşağı edilmesine katılıyoruz. Evet, herkesin içinde bir şüphe de yanıp yanıp sönmekte o sıra.


Başka bir sürü gelişme oluyor. Hükümet bir ileri iki geri gibi tuhaf bir değişim sürecinin içine sokuyor ülkeyi. Cemil Çiçekler, Kürşat Tüzmenler, Köksal Toptanlar çıkıyor nihayet sahneye ve ardından başbakan da… Türkiye’nin vicdan sahibi demokrat insanları ne kadar iteklerse iteklesin AKP attığı her bir adımdan sonra en az bir adımı da geriye doğru atmaktan vaz geçmiyor.

Yıllarca başörtülü öğrencilerin üniversiteye girme hakkı üzerinden siyaset yapan AKP, darbeci generalleri bile tutuklayabilecek cesarete ve güce sahip ama başörtüsü sorununu çözemiyor!

 

Şimdi asıl meseleye geliyorum.

Büyük bir öğrenci affı çıktı. Bir yandan sevindirici bir gelişme oldu ve 80 döneminde hakları ellerinden alınan öğrenciler de tasarı kapsamına alındı. Ama öte yandan da çok çirkin bir oyun sahnelenmeye devam ediyor.

Birincisi başörtülü öğrenciler de af kapsamında, fakat halen üniversitelere girme ve eğitim alma hakları kanunla koruma altına alınmış değil. Bu da hükümetin amacının ne olduğunu anlamamızı engelliyor. Ya da tam tersi, asıl amacı anlıyoruz.


İkincisi ve en önemlisi ise terör suçuyla okuldan atılanların af kapsamına alınmaması. 90’lı ve 2000’li yıllarda özellikle doğu illerinde, herhangi bir gösteri veya yürüyüşe katıldığı, eylem yaptığı, hatta sadece yanında dergi bulundurduğu için bile bir çok öğrenci “terör örgütüne yardım ve yataklık” adında ucu bucağı belirsiz bir suçtan ötürü ceza alıp okullarından atıldı. Okuldan atılan öğrencilerin bir çoğu için de istikamet dağlar oldu. Bir çok trajik öykü var bununla ilgili anlatılacak ama bu yazının konusu değil.

Mecliste kabul edilen bu son öğrenci affı tasarısıyla birlikte anlıyoruz ki,

AKP başörtülüleri seviyor ama uzaktan.
AKP Aleviler’i seviyor ama uzaktan ve AKP’nin suyuna gittikleri sürece.
AKP’nin solculara tahammülü var ama kendilerini alkışlayan liberal solcular olurlarsa.
AKP başörtülülerin partisi ama AKP’yi kendi babaları gibi görüp gerektiğinde okumaktan filan vazgeçtikleri sürece.
AKP sermayenin partisi ama yeşil olurlarsa.

Herkesi bir şekilde, şartla şurtla da olsa seven, koruyan, gözeten AKP’nin hiç sevmediği, en çok yalan söyleyip kandırdığı, umut verip boşa çıkardığı, en çok hırpaladığı hep Kürtler, hiç tartışmasız rejimden en çok mağdur olan Kürtler. Polis kurşunuyla vurulduğu ispatlandığı halde faili meçhul kalan üniversite öğrencisi Şerzan Kurt’un hesabını vermeyen devlet, elini henüz ölmemiş, öldürülmemiş olanların da boğazından çekmiyor, sıkmaya devam ediyor.

Sayın Başbakan, yirmili yaşlarında, sesini çıkartıp itiraz etmenin bedeli olarak seçeneksiz bırakılan bütün Kürt kardeşlerimin de üniversitelerine yeniden alınmasını sağlayana kadar sizin ve partinizin karşısındayım.

“Tek millet, tek dil, tek bilmem ne” gibi, Allah’ın kullarına reva görmediği bir eziyeti bile dört başı mamur bir felsefeymiş gibi, yönetmeye talip olduğunuz halklara dayatmaktan vazgeçmenizi, “terör” kavramını moda haline getirip kendinize ve devlete karşı yapılan her itirazı bu kavramın içine tıkıştırarak kendi bindiğiniz dalı kesmekten vazgeçmenizi naçizane öneririm.

 

+ There are no comments

Add yours