“Özür Dileyen Maraba”

dtp-ahmet-turk

Kürtler çok uzun zamandır hasretini çektikleri bir süreci yaşıyorlar. Eşitlik, adalet ve özgürlük taleplerine kavuşmak için bir asırdan fazla bir zamandır süren mücadelenin son demlerine geldiler. Şimdilerde çok fazla göze batmayan ancak önümüzdeki yıllarda –hatta belki aylarda- çok daha yüksek sesle kendini göstereceğini düşündüğüm bir tartışma, bir ikilem yaşanacağı aşikâr: Kürt halkı önünde sonunda ulusal bilinç (milli şuur) ve bağımsızlık talebiyle, huzurlu ve güvenli ama eşit ve adil bir birlikteyaşam talebi arasında kalacaktır. Bu iki eğilim arasında hangisinin ne derece mümkün ya da elzem olacağı ise apayrı bir tartışma.

Bu tartışmaya girmeye çok istekli değilim. Ancak ziyadesiyle dikkatimi çeken bir durum var ki sözünü etmeden duramayacağım:

Ahmet Türk’ün Ermeni soykırımına (katliam, tehcir ya da adına ne derseniz artık) “azmettirilen” olarak katılan Kürtler adına Ermenilerden özür dilemesi ve bazı Kürtlerin de bunu sert bir şekilde eleştirmesi. Kürtler bu eleştiriyi yaparken “emri veren, ortamı hazırlayıp silahları bile tedarik eden Türk iktidarıdır, Kürtlerin o dönem bir siyasi aklı ve siyasi bir varlığı söz konusu değildir, kullanılmışlardır, Kürt halkı suistimal edilmiştir, sorumluluk İttihat ve Terakkinindir, Türk iktidarınındır” gibi açıklamalar getirerek Ahmet Türk’ü “efendisinin suçunu üstlenen köle” ya da “ağasının adına özür dileyen maraba” olmakla da itham ediyorlar.

Ahmet Türk’ü özür dilemesinden ötürü eleştiren Kürtlerin, artık bir milli şuur içerisinden konuştuğunu, Türk devletini ülkelerindeki bir işgalci olarak gören ve kimliklerini işgalcilere karşı direnen, ulusal bilince sahip bir noktada konumlandırdıklarını biliyor ve anlıyorum. Bunların hiçbirisine itirazım yok. Yani Türkiye’den ayrı olmak, bağımsız olmak, ayrı bir ulus devlet kurmak isteyen bir Kürt’e hiçkimse “senin buna hakkın yok” diyemez. Ancak Kürtler bu talebi dile getirirken ya da hayata geçirirken “Sivas Katliamı’nı biz yapmadık, Ergenekon yaptı” diyen mütedeyyin insanlarla aynı bataklığa sürüklenecekse, buna itiraz etmek hakkımı saklı tutarım.

Çünkü en basit haliyle, katliamın emrini verenin sorumluluğu, o katliamı yapan eli sorumluluktan kurtarmaz. Bu kadar büyük ve trajik bir olayda “ben öldürdüm ama emri veren başkasıydı” demek kana bulanmış elleri temizler mi? Öte yandan bütün Kürtler çok iyi bilir ki atalarımız bu katliamı salt devletin bekaası için değil, aynı zamanda bunu “dinin gereği” olarak da gördükleri için yaptılar. Tek başına bu bile sorumluluktan kurtulma şansını imkânsız kılarken işin içinde intikam duygusunun da (Müslüman Kürt köylerinde Taşnak katliamları) olduğunu hatırlamak gerekir.

Öte yandan, sorumluluğu inkâr etmekten yana eğilim gösteren insanlar nasıl olur da bir halkın geleceğiyle ilgili sorumluluk almaktan söz edebilirler.

Hepsinden önemlisi ise Ahmet Türk’ün düşürüldüğü durumdur. Kürt hareketi, Türk devletinin zalimliğine itiraz eden, mağdur olan bir halkı savunan bir harekettir. Ahmet Türk’ün, mağdur edilmiş bir başka halkın, mağdur edilmesinde önemli bir katkısı olan ataları adına özür dilemesi ancak gurur duyulacak bir davranıştır. Ama şimdi ne oluyor, uğruna onca işkence çektiği, dayak yediği, aşağılandığı insanlar ona “maraba” sıfatını yakıştırabiliyorlar.

Ayıptır, yazıktır, günahtır! İçinde yanan ateşle sen yan, yanacaksan. Sen yan ki etrafı aydınlatabilesin bir nebze. Devrimin Padişah devireni değil, kurumuş kalbi ateşe verebileni makbuldür, ne çabuk unuttunuz!